10 Temmuz 2019 Çarşamba

ÖĞRENİLMİŞ KORKAKLIK




Bölüneceğiz…
Şeriat geliyor…
İç ve dış mihrakların işi…
Bu kış komünizm gelecek…
Türkün Türk’ten başka dostu yok…

Bütün iktidarların ‘’meşruiyet arayışlarında dillerinden düşürmedikleri söylemlerdir.’’  Pek kullanışlı, pek işe yarar söylemlerdir bunlar; Yelpazenin solunda yer alanlar sağ ile sağında yer alanlarda sol ile korkutur bizi ve bizde değerli bir siyasetçinin dediği gibi ‘’bertaraf olmamak için bir taraf olmaya ‘’gayret ederiz hiç düşünmeden. Sonra ötekileşmeler başlar, bizim gibi düşünmeyen herkes kötüdür, zaten iyi olsa o da bizim gibi olurdu…

Ve istenilen şey olmuştur artık iktidar koltuğu iyice sağlamlaşmıştır…

Vakit politikanın temel amacı olan ganimetin paylaşılması vaktidir. Bütün iyi söylemler unutulmuştur, siyasi partinin kuruluşu sırasında vaat edilen demokrasi, barış, refah, sosyal-hukuk devleti gibi şeyler artık sadece yeri gelince tekrar edilir. Ve vaatler özelikle de hukuk sadece onlar için vardır...

Walter Benjamin  ‘’eski iyi şeylerden değil yeni kötü şeylerden başlamamız gerektiği’’  söyler. Eskiden çok iyi şeyler yaşadığımız söylenemez ama yeni korku dönemimiz çok daha kötü.Bahsettiğim dönem, kendilerinin ve mensubu oldukları oluşumun çok mağdur edildiğinden yakınan (hepimizin içini acıtan) ve ileri demokrasi, bireysel özgürlük gibi liberal söylemlerle ortaya çıkan mevcut iktidarın meydana getirdiği yeni korku dönemi.

Yeni korku dönemi diyorum çünkü bir kesim hariç çok korktuğumuz ama hiç renk vermediğimiz bir dönem yaşıyoruz. Hem bu seferki korkularımız yersizde değil sanki zira görünen köy kılavuz istemiyor. Dinler dâhi her şeyin eleştirilebildiği bir dönemde hiç kimsenin iktidarı eleştirememesi, eleştirilerin değil eleştirenlerin ‘’bertaraf edilmesi’’ , dolayısıyla bu kadar çok tutuklunun olması, bir yandan kardeşlik şiarının dilden düşmemesi diğer yandan insanların ölümüne sebebiyet verilmesi, yapılan şeyin kendilerine yapılması halinde hukuksuzluk başkasına yapılınca hukuki olması başlı başına korkmamıza yetiyor. Öyle bir korkudur ki bu; gözleri kör, dilleri lal ediyor. Gaz bombalarıyla, cop ile savunulan bir ileri demokrasi bizi hiç düşündürmüyor. Menfaatleri çatışan bir oluşumu hain ilan etmesi çok sıradan geliyor. Yolsuzlukları  yazmayacağım bile. Ne de olsa her iktidar aynısını yapıyor...

Tüm olanların sebebi öğrenilmiş korkaklıktır. Bir aile geleneğimiz olan korkaklık; polis amcalar seni götürür ile başlayan...

Zamanla hepimiz anlayacağız, bu korkularımızın yersiz olduğunu; ancak dedim ya bizdeki öğrenilmiş bir korkaklıktır.  Hani şu aile geleneği olan. Mesela şeriatın gelmeyeceğini anlarız laikliğe bu denli alışmışken, başka halkların Türklerle dost olabileceğini ama kimsenin Türklere muhtaç olmadığını, Sosyalizmin gelmeyeceğini de biliriz. Hatta devlet aygıtına sınırsız güç vereceğinden uğruna hapis yatanların bile sosyalizmin gelmesine üzülebileceğini de.... 



7 Aralık 2017 Perşembe

E Fatura Yerine Kağıt Fatura Düzenlenmesi Nedeniyle Kesilen Özel Usulsüzlük Cezası (Vuk 353/1)




E fatura uygulaması 421 No.lu VUK Genel Tebliği ile bazı mükellefler için 2014 yılı içinde zorunlu hale getirilmiştir. Son olarak ise 20.06.2015 tarihinde yayınlanan 454 No.lu VUK Genel Tebliği ile e-fatura kapsamına girecek mükelleflerin tespiti hakkında geçerli olacak hadler açısından süreklilik arz edecek bir düzenleme yapılmıştır.

E fatura uygulaması  kendisiyle beraber bir çok aksaklıkta meydana getirmiştir. E faturaya tabi olduğu halde sehven kağıt fatura düzenleyenlerin sayısı oldukça fazladır. İdare tarafından E faturaya tabi olduğu halde kağıt fatura düzenleyen mükelleflere   VUK Madde 353/1'de "Verilmesi ve alınması icabeden faturanın verilmemesi, alınmaması veya düzenlenen bu belgelerde gerçek meblağdan farklı meblağlara yer verilmesi halinde; bu belgeleri düzenlemek ve almak zorunda olanların her birine, her bir belge için (2016 yılı için) 210 TL'den az olmamak üzere bu belgelere yazılması gereken meblağın veya meblağ farkının % 10'u nispetinde özel usulsüzlük cezası kesilir." hükmü nedeniyle para cezaları kesilmektedir. 

VUK Madde 353/1' de kağıt fatura ile e-fatura ayrımı bulunmamakta olup 421 No.lu Tebliğ ile 4.4.2015 tarihine kadar uygulanan ‘’e-fatura düzenlenmesi gerektiği halde kağıt fatura düzenlenmesi halinde bu kağıt faturanın hiç düzenlenmemiş sayılacağı” hükmü, uygulamada karşılaşılan ciddi sorunlar neticesinde ve ayrıca VUK’nun 3. Maddesinde yer verilen vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu ilkesinden hareketle 4.4.2015 tarihinde yürürlükten kaldırılmıştır.

Bu nedenle düzenlenen ve kullanılan bir faturanın olması ve VUK Madde 353/1' de sayılan fiillerden en az birinin gerçekleşmemesi halinde idare tarafından özel usulsuzluk cezası kesilmesi kanuna aykırıdır.



DİLEKÇE ÖRNEĞİ




ŞANLIURFA NÖBETÇİ VERGİ MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA
                                                                                           

DAVACI                      :Ordi ...
                                      Organize Sanayi Eyübiye/ŞANLIURFA

VEKİLİ                       :Av.Mehmet Emin UYGUNER
                                      Paşabağı Mh.765.Sk.Adliye İş Merkezi No:4 Haliliye/ŞANLIURFA

DAVALI                        :ŞANLIURFA VERGİ DAİRESİ BAŞKANLIĞI
                                      (Şehitlik Vergi Dairesi Müdürlüğü)

CEZANIN NEVİ      : E-fatura yerine düzenlenen kağıt fatura nedeniyle 213 Sayılı V.U.K  353/1 gereği özel usulsüzlük cezası

CEZANIN MİKTARI  : 12.740,81 TL

VERGİLENDİRME 
DÖNEMİ                    : 12/2016

İŞLEMİN TEBLİĞ
TARİHİ                    : 31/07/2017

TALEP KONUSU : Şehitlik vergi dairesi müdürlüğü nün 20170724135060000003 İhbarname kesin fiş numarasıyla 12/2016 dönemi için kesilen özel usulsüzlük cezasının kaldırılması talebinden ibarettir.

AÇIKLAMALAR:

1-) Müvekkil şirket Ordi ile .... Çırçır ve Prese fabrikası arasında ticari bir alış veriş yapılmış ve bu alış veriş nedeniyle .... Çırçır ve Prese fabrikası tarafından eksiksiz ve gerçeğe uygun bir kağıt fatura düzenlenmiştir. Ek-1

2-) Müvekkil şirket tarafından kabul edilen faturanın eksiksiz ve gerçeğe uygun olmasına rağmen davalı idare tarafından E-fatura yerine kağıt fatura düzenlendiğinden bahisle 213 Sayılı V.U.K  353/1 maddesi uyarınca  12.740,81 TL TL özel usulsüzlük cezası kesilmiştir. Ek-2

3-) .... Çırçır ve Prese Fabrikası tarafından 20.12.2016 tarih ve 104862 seri numarasıyla gerçek meblağ ve bilgileri içeren bir kâğıt fatura düzenlenmiştir.   Sayın mahkemenin de takdir edeceği üzere 421 No.lu Tebliğ ile 4.4.2015 tarihine kadar uygulanan ‘’e-fatura düzenlenmesi gerektiği halde kağıt fatura düzenlenmesi halinde bu kağıt faturanın hiç düzenlenmemiş sayılacağı” hükmü, uygulamada karşılaşılan ciddi sorunlar neticesinde ve ayrıca VUK’nun 3. Maddesinde yer verilen vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu ilkesinden hareketle 4.4.2015 tarihinde yürürlükten kaldırılmıştır.


.............................................................................
..................................................................................................

3 Ocak 2017 Salı

USULSÜZ TEBLIGAT

           A. Tebliğ Kelimesinin Anlamı

     Tebliğ kelimesi Arapça kökenli olup, sözlük anlamı bildirme duyurma, anlatma olarak tanımlanmaktadır.[1] Tebligat tebliğ kelimesinin çoğulu olan tebliğler ile aynı anlamda olup hukuksal bir işlemin ilgilisine yasanın öngördüğü usul ve esaslar çerçevesinde bildirilmesidir.[2]

            B.Tebligatın Amacı

HMK nın 27. Maddesinde ‘’Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler’’ denilmek suretiyle tarafların yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesi güvence altına alınmıştır. Anayasanın  36.Maddesinde de ‘’Herkes, meşrû vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir’’ denilmek suretiyle adil yargılanma hakkı güvence altına alınmıştır. Dolayısıyla tebligat ile tarafların mahkemeler nezdinde adil yargılanma hakkı, hukuki dinlenilme hakkı gibi temel haklarını kullanma, haklarında açılan takip ve davalardan haberdar olmaları,  delil sunma ve gerekli itirazları yapma olanağı sağlanması amaçlanmaktadır.

Tebligatın taraflara nasıl, nerede yapılacağı hususu ise tebligat kanunu, tüzük ve tebligat kanunun uygulanmasına dair yönetmelikle düzenlenmiştir.  Tebligatın nasıl yapılacağına dair mevcut düzenlemelerin olmasına rağmen bazen tarafların bazen tebliği çıkaran merciinin ve genellikle tebligatın yapan memurun hatası nedeniyle usulsüz tebligat gündeme gelmektedir.

              C. Usulsüz Tebligat

           Kısaca tebligatın tarafların iddia ve savunmalarını yargı önüne getirmelerine olanak sağlayan tek yol olması ve tebligatın bilgilendirme yanında belgelendirme özelliği olan bir usuli işlem olmas tebligat ile ilgili kanun ve tüzük hükümlerinin ayrıntılarına kadar uygulanmasını zorunlu kılmaktadır. Aksi halde yapılan tebligat usulsüz tebligat kabul edilmektedir.
           
          Bu nedenle  yüksek mahkemeler tarafından esasa etki etmeyecek şekli eksiklikler dahi usulsüz tebligat olarak kabul edilmekte ve herhangi bir katkımızın olmamasına rağmen biz avukatların yıllarca takip ettiği dava dosyaları  bozulmaktadır.

          1. Bir birinden bağımsız dava dilekçesinin aynı tebligat zarfı ile tebliğe çıkarılması usulsüz tebligattır

       Yargıtay tarafından Humk  md. 73'e göre  mahkemenin tarafları dinlemeden, onlara iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun  davet etmeden karar veremeyeceği, tebligat kanununun 12 ve 13. tebligat tüzüğünün ise 17 ve 18. maddelerinde tüzel kişilere tebligatın nasıl yapılması gerektiğinin belirtildiği, duruşma günü belirtmeden  57  tane bir  birinden  bağımsız  dava dilekçesinin aynı tebligat zarfı ile tebliğe çıkarılmasının davalının savunma hakkını kısıtladığı gerekçeleriyle bozulmasına  karar vermiştir.

          2. Tebligat evrakı üzerine mernis adresi olduğu için TK 21/2 maddesine göre tebligat yapılması yönünde şerh verilmemesi usulsüz tebligattır

         7201 Sayılı Yasa'nın 21. maddesi ile ilgili değişikliğe ilişkin kanun gerekçesinde, 21/1. maddeye göre bilinen en son adrese çıkartılan tebligattan sonuç alınamazsa, 10. madde gereği adres kayıt sistemindeki adres esas alınarak başkaca araştırma yapılmaksızın o adrese tebligat çıkarılacağı açıklanmıştır. Bunun yapılabilmesi için de tebligatı çıkaran merciin, adresin, adres kayıt sistemindeki mernis adresi olduğunu ve tebligatın Tebligat Kanunu'nun 21/2. maddesine göre yapılacağını tebliğ evrakında belirtmesi gerekmektedir.

     Uygulamada tebligat parçası üzerine sadece ‘’MERNİS ADRESİDİR’’ ibaresiyle Tebligat Kanunu'nun 21/2. maddesine göre tebligat yapılmaktadır. Ancak Yargıtay tarafından sadece mernis adresinin yazılı olmasını yeterli görülmemekte ve şartları oluşmasına rağmen yapılan tebligatı memurun kendiliğinden Tebligat Kanunu'nun 21/2.maddesine göre tebligat yaptığını kabul ederek bozma nedeni yapmaktadır.[3]

             3. Tebligat kanunu 10/2 gözardı edilerek 21/2 ye göre yapılan tebligat  usulsüz tebligattır

         Tebligat Kanunu'nun 10. maddesine eklenen ikinci fıkrasında gerçek kişilere yapılacak tebligatla ilgili olarak iki aşamalı bir yol benimsenmiştir. Muhatabın adresi takip alacaklısı (veya davacı) tarafından bildirilmesi halinde normal tebligat çıkarılması gerekmektedir.Bildirilen adresin muhatabın adres kayıt sistemindeki adresi veya başka bir adresi olması arasında fark bulunmamaktadır. Bildirilen adrese çıkarılan tebligatın bila tebliğ iade edilmesi halinde, muhatabın adres kayıt sistemindeki yerleşim yeri adresine Tebligat Kanunu'nun 21/2.maddesine göre çıkarılması gerekmektedir. Yüksek mahkeme 22.04.2013  tarihli kararında‘’şikayet konusu yapılan tebligatın, TK.'nun 10/2. maddesi gözardı edilerek, borçluya önceden hiçbir tebligat çıkarılmadan ve yasal şartları oluşmadan doğrudan doğruya TK.'nun 21/2 maddesine göre çıkartıldığı ve bu tebligatın yukarıda anlatılan nedenlerle usule aykırı olduğu görülmüştür’’[4] denilmek suretiyle tebligat kanunu 10/2 gözardı edilerek 21/2 ye göre yapılan tebligatın usulsüz tebliğ olduğu yönünde karar verilmiştir.

               4. Geçici olarak yurt dışında bulunan şahsın  aynı konutta yaşayan yakınına yapılan tebligat  usulsüz tebligattır

           Yerel mahkeme tarafından ‘’ borçlunun şikayet dilekçesi ekinde bulunan pasaport ülkeleri incelendiğinde 26/02/2016 tarihinde çıkış, 16/03/2016 tarihinde giriş yaptığı tebligat tarihi olan 07/03/2016'da Türkiye'de bulunmamaktadır. Hakimin uyuşmazlığın niteliğini belirlemesi görevi gereğince, her ne kadar dava dilekçesinde gecikmiş itiraz dense de usulsüz tebliğ şikayetinin kabul edilerek, TK m 16'ya göre yapılan tebliğ usulsüz olup, tebliğ tarihinin mahkememizde dava açılış tarihi olan 18/03/2016 olarak düzeltilmesine, yapılan takibin ilamsız takip olması nedeniyle borca itirazların icra müdürlüğüne yapılması gerektiğinden reddine karar vermek gerekmiş ve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur’[5] denilmek suretiyle Tebligat Kanunu'nun 16. maddesine göre yapılan tebligat nedeniyle mahkeme nezdinden yapılan gecikmiş itirazı kabul etmeyerek geçici olarak yurt dışından bulunan kişinin yakınına Tebligat Kanunu'nun 16. maddesine göre yapılan tebligatın usulsüz tebliğ şikayeti olduğu yönünde karar verilmiştir.

               D. Usulüne Aykırı Yapılan  Tebligatın Hükmü (Teb.K.m.32)

        Tebliğ usulüne aykırı yapılmış olsa bile, muhatabı tebligatı öğrenmiş ise geçerli sayılır. Muhatabın beyan ettiği tarih, tebliğ tarihidir.Muhatap,usulsüz tebligatı öğrenmemiş ise tebligat yapılmamış sayılır.[6] (Teb.Tüz.m.51)









[1] Ruhi, Ahmet Cemal, Tebligat Hukuku( En Son Yargıtay İçtihatları ile), Seçkin Yayınları, 8. Bası, Ankara    2013, sh. 15.
[2] Yılmaz,Ejder/ Çağlar, Tacar, Tebligat Hukuku, Yetkin Yayınları, 6.  Bası, Ankara 2013, sh. 39.

[3] Yargıtay 12. Hukuk Dairesi  Esas No : 2015/9101 Karar No : 2015/20107

[4] Yargıtay  12.Hukuk Dairesi Esas No : 2013/6563 Karar No  2013/15293 Karar Tarihi:22.04.2013

[5] Şanlıurfa 1. İcra Hukuk Mahkemesi 2016/234 Esas Karar No : 2016/434

[6] Geçersiz tebligatlarda, kişinin beyanında geçen tarihin tebliğ tarihi olarak kabul edilmesi gerekir. (6.HD 7.7.2003 T. E.2003/5114 K.2003/52 - 12.HD 23.12.2004 T. E.2004/22874 K. 2004/26655 - HGK 5.6.1991 T. E.1991/12-258 K. 1991/344 – HGK 19.03.2003 T.E. 2003/6-169 K. 2003/183)

“Tebligatın usulüne uygun olmaması halinde muhatabın takipten haberdar olduğu tarih tebliğ tarihi olarak kabul edilmelidir.” (12.HD. 30.5.2005 T. E. 2005/7751 K. 2005/11569)14
Usulsüz (geçersiz) tebligat halinde, muhatabın belirttiği tebligatı öğrenme tarihinin aksi ancak yazılı belge ile kanıtlanabilir.Tanıkla ispat edilemez.(12.HD 4.10.2002 T. E.2002/18340 K.2002/20022 - HGK 2.02.1969 T. 1967/172-107 - 2.HD 25.09.2003T. E. 2003/14652 K.2003/18453 -12.HD 01.12.2000 T. E.2000/18136 K.2000/18872) 



30 Ağustos 2016 Salı

BOŞANMA HUKUKUNDA MANEVÎ TAZMİNAT


A.    Genel Olarak Tazminat

            Evlilik birliği boşanma ile son bulduktan sonra, tarafların ekonomik ve mali ihtiyaçlarının hem miktar hem de nitelik itibariyle değişime uğradığı açıktır. Boşanmadan sonra, tarafların mali ve ekonomik gereksinimlerinin karşılanması, tarafların boşanmadan sonra maddi sıkıntı çekmemeleri için bu konuda tarafların talepte bulunması halinde, hakim tarafların boşanmasına karar verirken, bu hususları da hükümde belirtir[1].

            Türk Medeni Kanununun 174 maddesi, boşanma kararının verilmesinin ardından eşlerden birinin zarar görmesi esasına dayanmaktadır. Taşın, sopanın, kaba kuvvetin adaletinde Ağa/şeyhin insafına kalmışlığın olmadığı, kanunların yani hukukun egemen olduğu toplum özgür toplumdur.[2] Hukukun egemen olduğu bir toplumda boşanmanın ardından zarar gören tarafın zararlarının tazmininin ayrı bir kanun numarası ile güvenceye alınması son derece isabetlidir. Buna göre, Türk Medeni Kanununun 174. Maddesinin birinci fıkrası, geniş anlamda mal varlığından meydana gelen zararları; ikinci fıkrası ise, kişilik haklarının ihlalinde doğan manevi zararları içermektedir. Eşin mal varlığında bir zararın ortaya çıkıp çıkmadığına eşin mal rejiminin tasfiyesinden sonra ne elde ettiğinin belirlenmesinden sonra, karar verilir[3]. Boşanma halinde, maddi ve manevi tazminat talebinde bulunan tarafın, mutlak anlamda kusursuz olması şartı kaldırılarak, daha az kusurlu olan tarafa da dava açma hakkı tanınmak suretiyle, davacı tarafın daha az kusurlu olması yeterli görülmüştür. Böylelikle eski medeni kanunda ancak kusursuz eşin talepte bulunabildiği maddi ve manevi tazminatı az kusuru bulunan tarafında isteyebilmesi mümkün hale gelmiştir. Burada söz konusu olan az kusurlu olmayı; karşı tarafın tahrik teşvik kışkırtma gibi davranışlarına tepki niteliğinde olan ve boşanma için tek başına yeterli olmayan davranışlar olarak anlaşılması gerekir[4]. Açılmış olan boşanma davasının reddedilmesi veya hakimin ayrılığa karar vermesi durumunda, taraflar maddi ve manevi tazminat talep edemezler. Bu talepler ancak tarafların boşanmasına karar verilmesi halinde karara bağlanır. Kanun koyucu, boşanmadan kaynaklanacak olan zararların kısmen de olsa giderilebilmesi için, belli şartların gerçekleşmesi halinde dava yoluna başvurulabileceğini ön görmektedir[5]. Boşanma ile eş, mal rejimiyle sahip olacağı hakları, ayrıca evlilik birliği devam ederken sahip olduğu nafakayı kaybeder. Bu davalar, tazminat davaları ve yoksulluk nafakası talebi davasıdır. Tazminat davalarının temelini, boşanma nedeniyle ortaya çıkan zararların denkleştirilmesi oluşturur.

B. Manevi Tazminat Talebi

            Eski Medeni Kanun, boşanma dolayısıyla manevi tazminat talebini, boşanmaya sebebiyet veren olayların, talepte bulunan tarafın kişilik haklarını ağır şekilde ihlal etmiş olması şartına bağlanmıştı. Bu çerçevede kişilik değerlerinde meydana gelen her zarar, manevi tazminat istemine imkan tanımıyordu. Manevi tazminata hükmedilebilmesi için, boşanmaya neden olan olaylar, kişinin ruhsal sağlığını ve esenliğin derinden etkilemiş olmalı, yaşama zevk ve sevincini azaltmalı ya da onu kimsenin yüzüne bakamayacak veya toplum içine çıkılamayacak duruma düşürmeliydi[6]. Yeni Türk Medeni Kanunu ise, manevi tazminat bakımından talepte bulunanın kişilik hakkına tecavüzde bulunulmasını yeterli görmüş, manevi zararın ağırlığı koşulunu aramamıştır.(TMK m. 174/2) Tazminat talep eden eşin, boşanma nedeniyle ortaya çıkan durumlar karşısında, kişilik hakkının saldırıya uğramış olmasını yeterli görmüştür[7].

            Manevi tazminata hükmedilebilmesi için, manevi tazminatı talep eden eşin, tamamen kusursuz olması şart değildir. (TMK m. 174/1) Bir eşin kusuru, boşanma kararının verilmesine yeterli değilse, bu eş manevi tazminat isteyebilecektir. Manevi tazminatta kusur unsuru, TMK 174/1. Maddesinde düzenlenmiş olan maddi tazminatla şartları ile aynıdır. Manevi tazminat talep edebilmek için, bir manevi zararın mevcudiyeti şarttır[8]. Eski medeni kanunun 143. maddesinde açıkça kusursuz eşin tazminat isteyebileceği hükmü yer almaktaydı. Yeni TMK 174/1. Maddesinde tazminat talebi için kusursuz olma şartını kaldırarak, tazminat için istemde bulunabilmek için, davalının kusurlu olması yeterli görülmüştür. Madde gerekçesinde ise, davalı tarafın kusurlu olmasının arandığı olaylarda davacının kusursuz olması gerekeceği için, davacının kusursuz olması koşulunun maddede yer almasına gerek görülmediği belirtilmiştir. Böylece TMK 174/1. Hükmü, 3444 sayılı kanunla, Eski BK. 49. (mevcut BK 58.md.) maddesinde yapılan düzenleme ile uyumlu hale getirilmiştir. Davranışları ile boşanmaya sebep olmuş, aynı zamanda eşinin manevi varlığının zedelenmesine de yol açan tarafın kusurunun ağır olup olmadığı önemli değildir. Önemli olan manevi zarara yol açan eşin davranışlarında kusurlu olmasıdır. Her ne kadar TMK’nın 174/1. Maddesinde “kusur” konusu belirtilmemişse de, TMK 174/1. maddesindeki maddi tazminat için aranan şartlar burada da geçerlidir[9].

                       C. Manevî Tazminat Şartları

1. Davalı Tarafın Kusurlu Olması

            Manevî tazminat istenebilmesi için, davalı taraf kusurlu olmalıdır. Fakat kanun koyucu davalının ağır kusurlu olmasını aramadığından, davalı tarafın diğer tarafın kişilik hakkına saldırıda bulunurken kusurlu olması (kast, ağır ihmâl, hafif ihmâl) yeterlidir[10]. Buradaki kusur evlilik hayatında herhangi bir kusuru olup olmadığına göre değil, boşanmaya sebep olan olayda bir kusurunun olup olmadığına göre değerlendirilir[11]. Davacının kusursuz olması aranmadığından, davalıya oranla daha az kusurunun bulunması manevî tazminat talep edebilmesi için yeterlidir; fakat davacının kusuru, 6098 Sayılı Borçlar Kanununun 52. maddesine göre tazminatta bir indirim sebebidir. Bu itibarla, davacının kusuru ile davalının kusuru eşitse veya davacının kusuru davalıdan daha fazla ise, manevî tazminata hükmedilemez[12]. Kusur unsuru açısından bir noktaya dikkat çekmek gerekmektedir. 743 sayılı önceki Medenî Kanunumuzun 143. maddesinde, dava açacak eşin kusursuz, davalı eşin ise kusurlu olması durumunda maddî ve manevî tazminat davası açılabileceği; 144. maddede ise, kusuru daha ağır olmamak kaydıyla diğer eşten yoksulluk nafakası talep edilebileceği düzenlenmiştir. 4721 sayılı Medenî Kanunun 174. maddesinin birinci fıkrasında, maddî tazminat davası açabilmek için davacının kusursuz veya daha az kusurlu olması, davalının ise kusurlu olması aranmış; 175. maddenin birinci fıkrasında ise, yoksulluk nafakası talep edebilmek için davacı tarafın kusurunun daha ağır olmaması yeterli görülmüştür. Manevî tazminat talep edebilmek için ise, 174. maddenin ikinci fıkrasında, önceki Kanundan farklı olarak davacının kusursuz olması şartı ortadan kaldırılmış, buna karşılık maddî tazminatta olduğu gibi davacı eşin daha az kusurlu olması gibi bir şart da öngörülmemiştir. Bu durumda, manevî tazminat davasını davalıya göre daha fazla kusurlu eş de açabilecektir. Burada iki şekilde yorum yapılabilmesi mümkündür: Birincisi, Kanun malvarlığı değerlerine göre kişilik değerlerinin korunmasını daha önemli gördüğünden manevî tazminat talep edebilmek için kusuru daha fazla olan tarafın da dava açabilmesini uygun görmüştür; fakat açılacak davada davalı eşin kusuru oranında manevî tazminatta indirim yapılması mümkün olduğu gibi, hâkim tazminattan sarfı nazar da edebilir. İkinci olarak ise, kanun koyucu böyle bir değişiklik yapma veya maddî tazminattan farklılık yaratma iradesi taşımadığından, maddî tazminat konusunda açıkça düzenlendiği gibi, manevî tazminatta da davacı eşin kusursuz veya daha az kusurlu olması gerekecektir[13].

            2. Davacının Kişilik Hakkının Zedelenmiş Olması

            Manevî tazminat talebinin kabul edilebilmesi için, boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden talepte bulunan tarafın kişilik hakkı zedelenmiş olmalıdır; zarar yoksa, tazminat da talep edilemez. Önceki Medenî Kanunun 143. maddesinin ikinci fıkrasında, manevî tazminat talep edebilmek için kişilik hakkındaki zedelenmenin ağır olması, tazminat isteyen tarafın da kusursuz olması gerekiyordu. Yeni Medenî Kanunumuzda bu iki şart da, artık manevî tazminat talep edebilmek için aranmamaktadır.

            Davacı tarafın kişilik hakkının hangi durumlarda zedelenmiş olduğu, boşanmaya sebep olan olayların niteliğine ve davacının uğradığı manevî zararın derecesine göre belirlenir. Örneğin eşlerden birinin kusuru sonucu gerçekleşen boşanmada diğer eş büyük bir manevî ıstıraba maruz kalmış, bu yüzden sağlığı bozulmuşsa veya bu boşanma eşin aleyhine bazı dedikodulara yol açtığı için onu büyük üzüntüye düşürmüşse (isim, namus, şeref, haysiyet, sağlık gibi kişilik değerleri zedelenmişse), ağır bir utanç yaşamış, onuru kırılmış, psikolojik buhran ve sarsıntı, yaşam sevincinin kaybedilmesi gibi sonuçlar doğmuşsa, kimsenin yüzüne bakamayacak, toplum içine çıkamayacak duruma gelmişse onun lehine manevî tazminata hükmedilebilir. Buna karşılık, boşanma sebebinden hiç etkilenmeyen (örneğin zina sebebiyle boşanmada eşinin zina işlemesine hiç aldırmayan, duyguları bundan rencide olmayan) taraf manevî tazminat talep edemez[14]. Maddî tazminat ile manevî tazminatın kapsamı birbirinden farklı olduğundan, manevî tazminat talep edilebilmesi için, maddî tazminat da istenmiş olması aranmamaktadır[15].

            D. Manevi Tazminat Miktarının Belirlenmesi

            Hakim, manevi tazminat miktarını tarafların durumunu nazara alarak takdir edecektir. Manevi tazminatın uğranılan zararla orantılı olması ve ayrıca manevi tazminata mahkum edilen taraf, ekonomik çöküntüye düşmemelidir. Bunun için hakim manevi tazminata hükmederken, TMK’nın 4. Maddesindeki hakkaniyet ilkesini göz önünde tutar[16]. Hakim, manevi tazminat miktarını belirlerken, zararın ağırlığını, oluş biçimini, kusur oranını, tarafların sosyal durumlarını, ekonomik durumlarını, yaşlarını, evliliğin devam süresini ve olayın diğer özelliklerini göz önünde tutar. Aynı şekilde toplumun geleneklerini değer yargılarını, adalet anlayışını, hakkaniyet kuralını ve ülkenin sosyal ve ekonomik şartlarını da göz önünde tutmalıdır[17]. Ayrıca hakim, aile mahkemesinin bünyesinde bulunan uzmanların rapor ve görüşlerini de dikkate alarak uygun bir manevi tazminata hükmeder. Maddi tazminatın ödenmesine toptan ya da irat biçiminde ödenmesi için karar verilebilirken; manevi tazminat sadece toptan ödenmesi için karar verilebilir. TMK’nın 476/1. maddesinde, manevi tazminatın irat biçiminde ödenmesine karar verilemeyeceği hüküm altına alınmıştır. Ve ayrıca TMK’nın 174/1. maddesine göre manevi tazminat olarak belli bir paranın ödeneceği belirtilmiştir.

            E. Manevi Tazminatın Talep Edilme Şekli Ve Süresi

            Manevi tazminat, boşanma davası ile birlikte istenebileceği gibi boşanma davası karara bağlanıp hüküm kesinleştikten sonrada ayrı bir dava ile de talep edilebilir. Eski medeni kanunda bulunmayan, ancak mevcut TMK’nın 178. maddesinde getirilen yeni düzenlemeye göre, evliliğin boşanma medeniyle son bulmasından doğan dava hakları, boşanma hükmünün kesinleşmesinden itibaren bir yıl içinde, dava yoluyla ileri sürülebilecektir[18]. Mevcut TMK’nın getirdiği bu yeni düzenlemeden önce, bu konuda doktrinde farklı görüşler söz konusuydu. Aynı şekilde Yargıtay’da da tam bir görüş birliği söz konusu değildi. Bu yeni düzenleme ile görüş ayrılılıkları giderilmiştir[19].




[1] Oğuzman/Dural, s. 143
              [2] Uyguner/Aslan/ Şanlıurfa Barosu Dergisi Sayı 18 S.32 Özgür Toplumun İlkeleri
[3] Öztan, s. 478
[4] Ertaş/Koç, s. 266; YİBK, 22.1.1998 ,1986/5 (Şener, s. 803)
[5] Ertaş/Koç, s. 266; YİBK, 22.1.1998 ,1986/5 (Şener, s. 803)
[6] Öztan, s. 492, 2. HD, 24.9.1998, 8358/9790, (YKD, 1998, S. 11, s. 1615)
[7]Zevkliler/Acabey/Gökyayla, s. 977; ”Tarafların ilk boşanma davasının reddedilmesinden sonra bir araya gelip barıştıkları ve evlilik birliğini 3-4 ay kadar devam ettirdikleri, ikinci açılan boşanma davasında verilen kararla hükmen belirlendiğine göre, bir araya gelip evlilik birliğinin devam ettirilmiş olması, önceki olayların hoşgörüyle karşılandığını gösterir. Bundan sonra da kocanın kadının kişilik haklarına tecavüz niteliğinde maddi bir hadise bulunmamaktadır. Bu bakımdan kadın lehine manevi tazminat takdiri usul ve yasaya aykırıdır.”(2.HD, 15.02.2005, 2005/1024.E,YYK)
[8] Saymen, :”Kimler Manevi tazminat Talep Edebilir?”(Manevi) (İHFM, 1940, s. 1,
[9] Zevkliler/Acabey/Gökyayla, s. 975,(Özuğur, s. 1027);" Tarafların tesbit edilen ekonomik ve sosyal durumlarına, paranın alım gücüne, kişilik haklarına, özellikle aile bütünlüğüne yapılan saldırının ağırlığına, manevi tazminat isteyenin boşanmaya yol açan olaylarda ağır ya da eşit kusurlu olmadığı anlaşılmasına nazaran kadın yararına hükmolunan manevi tazminat azdır.” (2.HD, 04.09.2004, 2004/7226.E; YYK)
[10] Akıntürk/Ateş Karaman, s. 299
[11] Belgesay, Türk Kanunu Medenîsi Şerhi II, Aile Hukuku (m.1-240), 3. Bası, İstanbul 1949, s. 90.
[12] Feyzioğlu, s. 407
[13] Medenî Kanunun 174. maddesinin gerekçesinde, “Maddenin ikinci fıkrası boşanma nedeniyle manevî tazminatı düzenlemektedir. Yürürlükteki maddeden farklı olarak davacının kusursuz olması şartı yasadan çıkarılmış, davalının kusurlu olması yeterli görülmüştür. Davalının kusurlu olması şartının arandığı her olayda, davacının kusursuz olması gerekeceğinden böyle bir koşulun maddede yer almasına gerek görülmemiştir. Davacının da boşanmada kusurunun bulunması genel hükümler gereğince Yeni Borçlar Kanununun 53 ncü madde ve devamı hükümlerinin uygulanması sonucu tazminatta indirim ya da tazminata hiç hükmetmeme sebebi sayılacaktır.” Kanaatimizce “Davalının kusurlu olması şartının arandığı her olayda, davacının kusursuz olması gerekeceğinden…” ifadesi doğru değildir; davalı kusurlu ise, davacı kusursuz veya daha az kusurlu da olabilir, kusuru eşit de olabilir, daha fazla kusurlu da olabilir. Gerekçeye göre davacı kusurlu olsa bile dava açma hakkına sahip olduğundan ve bu durum mahkemece tazminatın miktarını takdir bakımından değerlendirileceğinden, kanaatimizce maddenin metnine üstünlük tanımak, kusuru eşit veya daha fazla olsa bile davacı tarafa manevî tazminat davası açma hakkı tanımak daha isabetli olur.
[14] Akıntürk/Ateş Karaman, s. 300
[15] Arsebük, s. 794.
[16] Tekinay, s. 245
[17] Antalya, Medeni Hukuk Uygulamaları, İstanbul 2000, s. 22
[18] Oğuzman/Dural, s.145; 2.HD, 4.3.2003, 1031/2865 Karagülmez/Ural, s. 227);” Evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan dava hakkının boşanma hükmünün kesinleşmesinin üzerinden bir yıl geçmesi ile zamanaşımına uğrayacağını hükme bağlamıştır. Zamanaşımı definin davaya cevap süresi içersinde ileri sürülmesi halinde incelenmesi imkan dahilindedir.”( (2.HD,10.05.2004, 2004/5317.E; YYK)
[19] Zevkliler/Acabey /Gökyayla, s. 979; Baygın, s. 447;2.HD,05.07.2004,7501/8917(YYK)

24 Mart 2016 Perşembe

ÇOCUKLA KİŞİSEL İLİŞKİ KURULMASI VE DİSİPLİN HAPSİ (6284 S.K)

Evli kişilerin boşanmak amacıyla Aile Mahkemesine başvuruları halinde eşler arasında fiili bir ilişki kalmadığından hâkim tarafından ortak çocuğun velayeti TMK'nın 169.Maddesi uyarınca geçici olarak ( tedbiren ) dava sonunu kadar anne veya babadan birisine bırakılır. Kendisine ortak çocuğun velayeti bırakılmayan tarafın talebi halinde ise TMK'nın 323. Maddesi uyarınca çocukla anne veya babanın birbirlerine yabancı olmamaları, analık, babalık ve evlat sevgisinin tatmini ile sevinçleri ve hüzünleri birlikte paylaşmaları için hakim tarafından geçici olarak belirlenecek olan gün ve saatlerde çocukla kişisel ilişki kurulmasına karar verilir.

Velayet kendisine bırakılan tarafın kötü niyetli bir şekilde diğer tarafın kişisel ilişki hakkını engellemesi halinde kanunda öngörülen herhangi bir cezai müeyyide bulunmamaktadır. Ancak hâkîm tarafından boşanma davası sürecinde çocukla kişisel ilişki kurulmasına dair verilen ara kararlar (HMK 393-398) tedbir niteliğindedir. Çocukla kişisel ilişki kurmak isteyen taraf, verilen ara karar bir ilam niteliği olmadığından ilamlı icraya konu ederek borçluya icra emri gönderemez. Çocuk teslimine ilişkin ilamsız icra yolu uygulanır. Geçici velayet kendisine bırakılan taraf, diğer tarafın icra marifetiyle kurmak istediği kişisel ilişki hakkını engellemesi halinde ise şikayet üzerine HMK 'nın 341. maddesi uyarınca bir aydan altı aya kadar disiplin hapsi ile cezalandırılır.

Bu nedenle ortak çocuğun velayeti kendisine bırakılan taraf diger tarafın çocukla kişisel ilişki kurma hakkıni kötü niyetli bir şekilde engelleyebilmekte ve icra harç, gider masrafı ile karşı karşıya bırakabilmektedir. Şu kadar ki taraflardan birinin talebi üzerine hakim tarafından çocukla kişisel ilişki kurulmasına dair verilen karar 6284 sayılı AİLENİN KORUNMASI VE KADINA KARŞI ŞİDDETİN ÖNLENMESİNE DAİR KANUNUN 5. Maddesi kapsamında tedbir niteliğinde kabul edilebilir. Mahkeme tarafından kişisel ilişki kurulmasına dair verilen ara kararın 6284 sayılı yasanın 5. Maddesi kapsamında tedbir niteliğinde kabul edilmesi halinde yine 6284 sayılı yasanın 13. Maddesi gereğince tedbir kararına uymayan tarafın disiplin hapsi ile cezalandırılabileceği hususu taraflara ihtar edilir. Yapilacak olan ihtara rağmen tedbir kararina aykiri hareket eden taraf hakim tarafından  6284 sayılı yasanın 13/1 maddesi uyarınca üç günden on güne kadar zorlama hapsine tabi tutulur.


23 Mart 2016 Çarşamba

UZLAŞTIRMA KURUMU VE UZLAŞMA KAPSAMINA GİREN SUÇLAR









 A. UZLAŞMA KELİMESİNİN ANLAMI

       Uzlaşmak durumu, uyuşma, uzlaşı, uzlaşım, mutabakat, konsensüstür. Toplum bilim terimi olarak; Bireylerin ya da toplumsal kümelerin, toplumsal değerlerin paylaşılmasında karşılıklı ödünlerle aralarında bir anlaşmaya varmalarıdır.

1. CMK kapsamında uzlaşma; Uzlaşma kapsamına giren bir suç nedeniyle, şüpheli veya sanık ile mağdur veya suçtan zarar görenin Kanundaki usul ve hükümlere uygun olarak uzlaştırma sureci sonunda anlaştırılmış veya anlaşmış olmalarıdır.
Uzlaştırmanın sözlük anlamı ise uyuşmazlığın çözümlenebilmesi amacıyla yapılan yasal çalışmaların tümü. İki yanın birbirine uymayan isteklerinde karşılıklı yararları birbirine yakınlaştırma yoluyla karşıtları arasında bir anlaşma sağlamadır.

2. CMK kapsamında uzlaştırma: Uzlaşma kapsamına giren bir suç nedeniyle şüpheli veya sanık ile mağdur veya suçtan zarar görenin, Kanun ve Yönetmelikteki usul ve hükümlere uygun olarak uzlaştırması aracılığıyla yada hakim veya Cumhuriyet savcısı tarafından anlaştırılmaları suretiyle uyuşmazlığın giderilmesi surecidir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler ilk haliyle hem ceza hem de usul yasamızda ayrı ayrı düzenlenmişken 5560 sayılı yasa ile tüm hükümleriyle usul yasasının kapsamına alınmıştır

B. UZLAŞMA  KURUMUNUN İLKELERİ VE ŞARTLARI

1. Uzlaştırma ancak şüpheli veya sanık ile mağdur veya suçtan zarar görenin özgür iradeleri ile rıza göstermeleri hâlinde gerçekleştirilir.
2. Şüpheli, sanık, mağdur veya suçtan zarar gören Türkçe bilmiyorsa veya engelli ise Kanunun 202 nci. maddesi hükmü uygulanır.
3. Aralarında iştirak ilişkisi olsun veya olmasın birden çok kişi tarafından işlenen suçlarda, ancak uzlaşan şüpheli veya sanık uzlaşmadan yararlanır. (Cmk.255)

4.Fazla kişinin mağduriyetine veya zarar görmesine sebebiyet veren bir suçtan dolayı uzlaştırma yoluna gidilebilmesi için, mağdur veya suçtan zarar görenlerin hepsinin uzlaşmayı kabul etmesi gerekir.

5.Uzlaştırmanın sonuçsuz kalması hâlinde tekrar uzlaştırma yoluna gidilemez. 
6. Teklifinde bulunulması veya teklifin kabul edilmesi, soruşturma ya da kovuşturma konusu suça ilişkin delillerin toplanmasına ve koruma tedbirlerinin uygulanmasına engel değildir.
7.Uzlaşmaya tâbi suçlarda, uzlaştırma girişiminde bulunulmadan, kamu davasının açılmasının ertelenmesi veya hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilemez.

8. Cumhuriyet savcısı uzlaştırmadıysa, soruşturmanın gizliliği ilkesine uygun davranmakla yükümlü olduğunu belirtmekle yükümlüdür.

9.Uzlaştırma sürecinde yapılan açıklamalar herhangi bir soruşturma, kovuşturma ya da davada delil olarak kullanılamayacağı gibi müzakerelere katılanlarda verilen bilgilere ilişkin olarak tanıklık yapmak zorunda bırakılamazlar.

10. Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar görenden birine ilk uzlaşma teklifinde bulunulduğu tarihten itibaren, uzlaştırma girişiminin sonuçsuz kaldığı ve en geç, uzlaştırmasının raporunu düzenleyerek Cumhuriyet savcısına verdiği tarihe kadar dava zamanaşımı ile kovuşturma koşulu olan dava süresi işlemez.


 C. UZLAŞMA KAPSAMINDA OLAN SUÇLAR

1.      Kasten Yaralama Suçu (TCK m. 86, 3. fıkra hariç)
2.      Kasten Yaralamanın İhmali Davranışla İşlenmesi (TCK m. 88)
3.      Taksirle Yaralama Suçu (TCK m. 89)
4.      Konut ve İşyeri Dokunulmazlığını İhlal Suçu (TCK m. 116)
5.      İş ve Çalışma Hürriyetinin İhlali Suçu (TCK m. 117/1)
6.      Kişilerin Huzur ve Sükununu Bozma (TCK m. 123)
7.      Hakaret Suçu (TCK m. 125) Kişinin Hatırasına Hakaret Suçu (TCK m. 130)
8.      Haberleşmenin Gizliliğini İhlal Suçu (TCK m. 132)
9.      Konuşmaları Dinleme ve Kayda Alma Suçu (TCK m. 133)
10.  Özel Hayatın Gizliliğini İhlal Suçu (TCK m. 134)
11.  Alacağın Tahsili Maksadıyla Cebir ve Tehdit Kullanılması (TCK m. 150)
12.  İbadethaneler ve Mezarlıklara Zarar Verme Suçu (TCK m. 153)
13.  Hakkı Olmayan Yere Tecavüz Suçu (TCK m.154)
14.  Bedelsiz Senedi Kullanma Suçu (TCK m. 156)
15.  Kayıp veya Ele Geçen Eşyayı Tasarruf Suçu (TCK. m. 160)
16.  Şirket veya Kooperatifler Hakkında Yanlış Bilgi Verme Suçu (TCK m. 164)
17.  Suç Eşyasını Satın Alma veya Kabul Etme Suçu (TCK m. 165)
18.  Bilgi Vermeme Suçu (TCK m. 166)
19.  Açığa İmzanın Kötüye Kullanılması Suçu (TCK m. 209)
20.  Aile Hukuku Yükümlülüğünün İhlali Suçu (TCK m. 233/1)
21.  Çocuğun kaçırılması ve alıkonulması (TCK m. 234)
22.  Ticari sır, bankacılık sırrı veya müşteri sırrı niteliğindeki bilgi veya belgelerin açıklanması (dördüncü fıkra hariç, TCK m. 239)
23.  Yabancı devlet bayrağına karşı hakaret (TCK m. 341)
24.  Yabancı Devlet Temsilcilerine Karşı İşlenen Suçlar (TCK m. 342) 

                 6763 sayılı Kanun’un 34 maddesi ile uzlaşma kapsamına giren suçlar

1. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehdit (TCK m. 106)
2.      Tehdit Suçu (TCK m. 106/1)
3.      Hırsızlık (TCK m. 141)
4.      Kullanma hırsızlığı (TCK m. 146)
5.      Mala Zarar Verme TCK m. 151
6.      Güveni Kötüye Kullanma TCK m.155
7.      Dolandırıcılık (TCK m. 157)
8.      Dolandırıcılığın, bir hukuki ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla işlenmesi hali (TCK m. 159)
9.  Yağma ve nitelikli yağma hariç “Malvarlığına Karşı Suçlar” başlığı altında yer alan suçların haklarında ayrılık kararı verilmiş olan eşlerden birinin, aynı konutta beraber yaşamayan kardeşlerden birinin, aynı konutta beraber yaşamakta olan amca, dayı, hala, teyze, yeğen veya ikinci derecede kayın hısımlarının zararına olarak işlenmesi hali (TCK m. 167)
10. Mağdurun veya suçtan zarar görenin gerçek veya özel hukuk tüzel kişisi olması koşuluyla, suça sürüklenen çocuklar bakımından ayrıca, üst sınırı üç yılı geçmeyen hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlar (CMK m. 253/1-c) 


 D. SORUŞTURMA SIRASINDA UZLAŞMA 

1.Uzlaşma Teklifi

Soruşturma konusu suçun, uzlaşmaya tâbi olması ( 4.başlıkta belirtilen suçlar ve uzlaşmaya tabi özel hukuktan doğan diğer suçlar) ve işlendiği hususunda yeterli şüphenin bulunması hâlinde; Cumhuriyet savcısı, şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar görene uzlaşma teklifinde bulunur. Cumhuriyet savcısının yazılı ya da acele hallerde sözlü tâlimatı üzerine, şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar görene adlî kolluk görevlisi de teklifinde bulunabilir. Sözlü emir, en kısa sürede yazılı olarak da bildirilir. Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar görenin reşit olmaması ya da kısıtlı olması hâli ile mağdur veya suçtan zarar görenin ayırt etme gücü bulunmaması durumunda, teklifi kanunî temsilcilerine yapılır.  Bu kişilerin ayırt etme gücüne sahip olup olmadıkları Cumhuriyet savcısı tarafından araştırıldıktan sonra uzlaşma teklifinin muhatabı belirlenir.
Uzlaşma teklifinde bulunulması hâlinde; şüpheliye, mağdura veya suçtan zarar görene ya da kanunî temsilcilerine, uzlaşmanın mahiyeti ve uzlaşmayı kabul veya reddetmenin hukukî sonuçları  açıklanır.
Uzlaşma müzakerelerine şüpheli, mağdur, suçtan zarar gören, kanunî temsilci, müdafi ve vekil katılabilir. Şüpheli, mağdur veya suçtan zarar görenin kendisi veya kanunî temsilcisi ya da vekilinin haklı bir mazereti olmaksızın müzakerelere katılmaktan imtina etmesi hâlinde, ilgili taraf uzlaşmayı kabul etmemiş sayılır.

2.Uzlaşma Teklifinde Karar Süresi
Uzlaşma teklifinde bulunulanlardan herhangi biri, en geç üç gün içinde teklifi yapan adlî kolluk görevlisine ya da görevli Cumhuriyet savcısına kararını bildirmediği takdirde, uzlaşma teklifi reddedilmiş sayılır. (Cumhuriyet savcılarının böylesi önemli bir konuda daha dikkatli davranmalı ve uzlaşma teklifini aceleye getirmemelidir. Kovuşturmaya karar verilmesi halinde mahkemelerdeki iş yükünün artığı göz ardı edilmemelidir. '' Hatta uzlaşma teklifinin çarşamba günleri yapılmasının 3 günlük uzlaşma kabul ve red süresinin 6 güne çıkaracak olması sebebiyle uzlaşma teklifi çarşamba günleri yapılmalıdır.'' )TBB. Dergisi, Sayı 77, 2008 Bu durumda, Kanunun 255 inci maddesi hükmü saklı kalmak üzere, ayrıca diğerlerine  uzlaşma  teklifinde bulunulmaz.
Ayrıca savcılık makamının veya adli kolluğun uzlaştırma teklifinin reddedilmesine rağmen, şüpheli ile mağdur veya suçtan zarar gören uzlaştıklarını gösteren belge ile en geç iddianamenin düzenlendiği tarihe kadar Cumhuriyet savcısına başvurarak uzlaştıklarını beyan edebilir. Bu durumda Cumhuriyet Savcısı tarafından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verebilir.

3.Soruşturma Evresinde Uzlaşmanın Sonuçları

Uzlaştırma sonucunda şüphelinin edimini def’aten yerine getirmesi hâlinde, hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilir.
Böylelikle mağdur, uzun olan yargılama sürecinden kurtularak kısa yoldan zararının giderilmesini sağlamış olur. Şüpheli açısından ise cezai müeyyideye çarptırılma tehlikesi ortadan kalkmış olur.
Ancak edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arz etmesi hâlinde, Kanunun 171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın, şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığı kararı değil, kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verilir ve bu süre zarfında zaman aşımı işlemez.
Uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmesi hâlinde , kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilir. Uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi hâlinde ise Kanunun 171 inci maddesinin dördüncü fıkrasındaki şart aranmaksızın,  kamu davası açılır.

E. MAHKEME AŞAMASINDA UZLAŞMA 

      1.Mahkeme Aşamasında Uzlaşmanın Şartları

1.      Kamu davası açıldıktan sonra aşağıdaki durumların varlığı hâlinde, uzlaştırma işlemleri soruşturma aşamasında Kanunun 253. Maddesinde belirtilen esas ve usule göre, mahkeme tarafından yapılır:
2.      Kovuşturma konusu suçun hukukî niteliğinin değişmesi nedeniyle uzlaşma kapsamında olduğunun anlaşılması,
3.      Soruşturma aşamasında uzlaşma teklifinde bulunulması gerektiğinin ilk olarak  mahkeme aşamasında anlaşılması,
4.      Cumhuriyet savcısı tarafından iddianame düzenlenmeksizin doğrudan doğruya mahkeme önüne gelen uzlaşmaya tâbi bir fiilin varlığı,
5.      Mahkeme aşamasında kanun değişikliği nedeniyle fiilin uzlaşma kapsamına girmesi.
6.      Mahkeme aşamasında yapılan uzlaşma teklifi reddedilmesine rağmen, taraflar uzlaştıklarını gösteren belge ile en geç duruşmanın sona erdiği açıklanıp hüküm verilmeden önce mahkemeye başvurarak uzlaştıklarını beyan edebilirler.

         2.Mahkeme Aşamasında Uzlaşmanın Sonuçları

Uzlaşma gerçekleştiği takdirde, mahkeme, uzlaşma sonucunda sanığın edimini def’aten yerine getirmesi hâlinde, davanın düşmesine karar verir. Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arzetmesi hâlinde; sanık hakkında, Kanunun 231 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilir ve geri bırakma süresince zamanaşımı işlemez.

Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmesi hâlinde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak  davanın düşmesine karar verilir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi hâlindeyse mahkeme tarafından, Kanunun 231 inci maddesinin onbirinci fıkrasındaki şartlar aranmaksızın, hüküm açıklanır.